.
Kaelen, sınavın bir sonraki aşamasını düşündü. İlk sınav, "Enn" kullanabilen ve kullanamayan büyücüleri ayırmak içindi. Peki ya sonrası? Daha ne tür zorluklarla karşılaşacaktı?
Derin bir nefes aldı. Hayatını yeniden değerlendirdiğinde, geçmişte tüm bunları bilmeden nasıl hayatta kaldığına şaşırmadan edemedi. Şimdiye kadar farkında olmadan kendini büyük bir uçurumun kenarında bulmuştu. Bilmediği bir dünyanın kapıları açılmış, güç ve bilgiyle donanması gerektiği gerçeği karşısında kaçacak yeri kalmamıştı.
Eli yüzüne gitti, alnındaki hafif teri sildi. Muhtemelen Alfia şu an onu izliyordu. O kadının keskin bakışları, en küçük hatayı bile affetmezdi. Onu hayal kırıklığına uğratamazdı. Uğratmamalıydı.
Düşüncelerini toparladı ve mananın ikinci kullanım şekli olan "Kai"ye odaklandı. "Enn", büyücünün manasının vücudundan sızmasını engellemesine izin verirken, "Kai" mananın vücudundan akışını tamamen durdururdu.
"Kai", bastırma anlamına geliyordu. Bir büyücü, mana damarlarını kapatarak, vücudundaki tüm mana akışını bir vanayı kapatır gibi durdurabilirdi. Bu sayede varlığının hissedilmesi neredeyse imkânsız hâle gelirdi. Üstelik bu teknik, düşmanlarının onu fark etmesini zorlaştırırken, aynı zamanda başkalarının auralarını daha hassas bir şekilde algılamasına olanak tanırdı.
Gözlerindeki mana yollarını kapattığında, kendi manasını görmesi imkânsız hâle gelecekti. Ancak bu, ona başka bir avantaj sağlıyordu: Artık kendi manasının etkisinde olmadığı için dış dünyadaki büyü akışına karşı daha duyarlı olacaktı. Teknik olarak kendisini manadan soyutluyor, böylece çevresindeki enerjiyi daha iyi hissediyordu.
Bu teknik, özellikle birini takip ederken inanılmaz derecede faydalıydı. Takip edilen kişinin mana salınımı daha net hissedilirken, büyü kullanıcılarının onu fark etmesi neredeyse imkânsız hâle geliyordu. Fakat bu yöntemin de dezavantajları vardı. "Kai" ile saklanan bir kişiyi algılamanın farklı yolları mevcuttu: Özellikle algısal olarak hassas kişiler, bir bakışın üzerlerine yöneldiğini içgüdüsel olarak hissedebilirlerdi. Ancak, takipçilerinin tam yerini belirlemek ya da kaç kişi olduklarını anlamak o kadar kolay değildi.
Dahası, "Kai" tekniği, güçlü bir mana kullanıcısının yakınında etkinleştirildiğinde beklenmedik bir şekilde fark edilebilirdi. Ortamdaki mananın kaybolmasına verilen tepki değişecekti. Eğer çevrede olağanüstü bir varlık varsa, boşluk anında hissedilebilirdi. Bu yüzden, "Kai"yi kullanırken zamanlama büyük bir öneme sahipti.
Kaelen, karşısındaki grubu izlemek için "Kai"yi kullanmaya karar verdi. Eğer "Enn" yeteneğini etkinleştirerek onların yanına yaklaşsaydı, bu açıkça "Ben buradayım ve geliyorum" demekle eş değer olurdu. Fakat "Kai"yi devreye soktuğunda, manası tamamen içine çekilecekti. Bu da düşmanlarının onu algılamasını neredeyse imkânsız kılacaktı.
Ama bir sorun vardı. "Kai"yi etkinleştirdiğinde, "Enn" tarafından korunmamış olacaktı. Bir düşman, etkili bir saldırı yaparsa savunmasız kalabilirdi. Küçük bir hata, ölümüne neden olabilirdi.
Yine de bu riske değdi. Sonuçta Kaelen, deneyimli bir büyücüydü. Kendi yeteneklerine güvenmek zorundaydı. Ayrıca, "Kai"nin bir başka avantajı daha vardı: Yorgunluğu gidermeye yardımcı oluyordu. Dış aura tabakasını tamamen içerde tutarak yenilenme hızını artırıyordu. Bu da hem enerjisini korumasına hem de uzun süre dayanmasına olanak tanıyordu.
Kaelen, derin bir nefes alarak odaklandı. Dikkatini vücudundan sızan mana tabakasına yöneltti. Bir su kaynağını kapatır gibi manasını vücudunun içine çekti. Mana damarlarını kapattı. Mana çekirdeğine giden her bir yol tamamen bloke edildi.
O anda görüşü değişti. Dünya daha farklı görünüyordu. Önceden parlak ve akışkan şekilde gördüğü mana, artık sadece bir gölge gibi etrafında süzülüyordu. Manaya olan yatkınlığı bir anda kendini gösterdi. Etrafında süzülen mana tanecikleri ona çarpıyordu. Bunlar, Pheniyet'in manasıydı. Sonuçta bu dünya onun yaratımıydı. Her şey onun iradesiyle var olmuştu.
Kaelen, gölgelerde kayboldu. Bir an için kendi varlığının bile silindiğini hissetti. Öylesine sessizdi ki nefes alışverişi bile duyulmaz olmuştu. Adımları neredeyse havada süzülüyordu. Sessizce bir ağacın tepesine tırmandı.
Yüksekten izlemek her zaman avantajdı. Ağaç dalları arasından grubu gözlemlemeye başladı. Vahşi doğanın kokusu, toprak ve yaprakların hafif nemli dokusu, etraftaki küçük canlıların fısıltıları… Her şey olağan akışında ilerliyordu. Fakat o burada, ağaçların en tepesinde gizlenmişti.
Kaelen'in dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. İçten içe bu oyundan keyif alıyordu. Avına yaklaşan bir yırtıcı gibi hissetti.
"Sonuçta," diye düşündü kendi kendine, "Bir şempanzeden daha korkutucu olan tek şey, başka bir şempanzedir."
Ve Kaelen, tam anlamıyla bir şempanze olma yolundaydı.
Kaelen, bir sarmaşıktan diğerine sessizce geçti. Adımları, rüzgârın ağaçların arasında çıkardığı hışırtıya karışıyor, varlığı doğanın sesleri içinde kayboluyordu. Çevresindeki her bir koku, renk ve mana değişimi dikkatinden kaçmıyordu. Etrafta ne varsa, avcının gözleriyle tarıyordu. Şimdi avcı mıydı, yoksa av mı? Bu sınavın sonucunu yalnızca zaman gösterecekti.
İleride, beş farklı mana izi ona yol gösteriyordu. Bu izler, bir nehir kenarında kümelenmiş çocuklara aitti. Kaelen, sessizce ilerleyerek büyük bir ağacın gövdesine yaslandı. Şu an yaklaşık yüz metre ilerisinde, ince bir dere kıyısında, çalılarla çevrili küçük bir kamp alanı vardı. Çocuklar burayı geçici bir sığınak hâline getirmişti. Kampın ortasında yanan ateş, geceyi aydınlatıyordu.
İçlerinden ikisi uyuyor, diğer ikisi ise nöbet tutuyordu. Gözleri, loş ışıkta tetikte parlıyordu. Beşinci çocuk ise derenin kenarında, akşam yemeği hazırlıyordu. Büyük bir domuz avlamışlardı. Çocuk, domuzun etini düz taşların üzerine koymuş, özenle kesmeye başlamıştı. Elleri hızlı ve tecrübeli hareket ediyordu. Kaelen'in gözleri, çocuğun elindeki siyah, kısa bıçağa takıldı. Yaklaşık otuz santim uzunluğunda ve oldukça keskin görünen bu bıçak, muhtemelen domuzu öldürdükleri için bir ödül olarak verilmişti.
"Oldukça iyi adapte olmuşlar," diye düşündü Kaelen. Bu çocukların büyü dünyasına bu kadar hızlı uyum sağlayabileceklerini tahmin etmiyordu. Ancak bu seviyede hayatta kalmak yetmezdi. Daha iyisini yapmaları gerekiyordu. Çünkü bu ormanda yalnızca kendileri yoktu. Gözlerden uzak, sessiz avcılar da onların çevresinde dolaşıyordu. Bazıları mana canavarlarıydı, bazılarıysa Kaelen gibi insanlardı.
Kaelen sabırla beklemeye başladı. Şansı gelecekti. Doğru zamanda harekete geçerse, hem çocukları gözlemleyebilir hem de kendi stratejisini oluşturabilirdi. Ancak en ufak bir hata, avcıyı ava dönüştürebilirdi.
Güneş yavaş yavaş ufuk çizgisinin altına indiğinde, kampın etrafındaki ışık böcekleri parıldamaya başladı. Loş ışık, ormanın içinde birer hayalet gibi süzülen böceklerle doluydu. Gecenin karanlığı gittikçe derinleşirken, Kaelen'in dikkati zirveye ulaştı. Avcı olmanın ilk kuralı asla av olmamaktı. Eğer şimdi hareket ederse, bu kuralı ihlal etmiş olurdu. Doğru anı beklemek zorundaydı.
Saatler ilerledikçe susuzluğu artıyordu. Boğazı kurumuş, dili damağına yapışmıştı. Nehir hemen aşağıdaydı, fakat inip su içmesi imkânsızdı. Bir damla su bile onun varlığını açığa çıkarabilirdi. Sabretmek zorundaydı.
Ve sonunda beklediği an geldi.
İnce bir dalın kırılma sesi ormanda yankılandı. Belki yalnızca küçük bir çıtırtıydı, fakat Kaelen'in keskinleşmiş duyuları için bu, gökyüzünde patlayan bir yıldırım kadar netti. O an, gözleri karanlığa odaklandı. Sesi takip ederek geldiği noktayı belirledi. Kırmızı gözleri, avcı bir iştahla ışık böceklerinin arasından süzülen silueti seçti.
Yaralı bir çocuk.
Kaelen kaşlarını çattı. Beklentilerini fazla mı yüksek tutmuştu? Bu çocuk, av olmaya mahkûm gibi görünüyordu. Sağ ayağı kan içinde kalmıştı ve her adımda hafifçe sekerek ilerliyordu. Yavaş hareket ediyordu ama hedefi belliydi: kamp alanı.
Tabii ki çocuğu sadece Kaelen fark etmemişti. Kamptaki diğer beş çocuk da davetsiz misafirin farkına varmıştı. Nöbet tutan ikili hemen silahlarına sarıldı, uykudakiler ise anında uyandı. Kamp, bir anda gergin bir sessizliğe büründü. Çocuklar, gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Kaelen, yaralı çocuğun titreyen dizlerine ve nefes nefese kalmış hâline baktı. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.
"Demek böyle olacak," diye mırıldandı kendi kendine. "İlginç şeyler olmak üzere."
Kampın etrafındaki çocuklar, yaralı yabancıyı süzerken, Kaelen sabırla olayların nasıl gelişeceğini izlemeye koyuldu. Şimdi harekete geçmek yerine, beklemek en iyi seçeneğiydi. Gecenin sessizliği içinde, avcının gözleri yavaşça kapanıp açıldı. İçinde, bir şempanzenin sabrı ve açlığıyla avını gözleyen bir canavar yatıyordu. Şimdi, yalnızca beklemek kalmıştı.