Cherreads

Chapter 14 - -14-

Yaşanan olaydan sonra mekândan ayrılıp deniz kenarına geldik. Deniz kenarı ekstra soğuktu ama bu ortam hepimize iyi geldi.

Mavi gömlekli adam gerçekten de mekân sahibiymiş. Bizden olayı öğrendikten sonra barmen Carlo'nun yanına gidip işin aslını öğrendi. Meğerse birkaç gün önce başlayan bir personel tarifleri karıştırmış. 

Patron bizden defalarca özür diledi ve bunu telafi etmek istediğini söyledi ve bizden hiçbir ücret almadı. Üstelik mekandaki zararı da karşılamamızı istemedi çünkü bunun kendi hataları olduğunu söyledi. 

Tek problem kafasına disko topu düşen adamdı ama disko topu çok ağır olmadığından yalnızca bir şişlikle durumu atlatmış. Zaten onun dışında da kimseye bir zarar gelmemiş.

Biz yine de mekândan çıkma kararı aldık, pastayı almayı da ihmal etmedik.

Lina mum ve maytap almaya gitmişti, Martin ise hâlâ gülüyordu:

"Adamın kafası şişince çok komik olmadı mı, hahahaha! Kafası top gibiydi, artık yumurtaya benziyor."

"Kafası geleceğimden parlaktı." diye atıldı ve güldü Mina.

Kendi kendime konuştum:

"Eğer disko topu ağır olsaydı sadece bir şişlikle atlatamazdı."

Mina yanıtladı:

"Ama böyle bir şey olmadı. Keyfini bozma."

"Aslında patron oldukça ilgiliydi. Duruma hemen müdahale etti ve bizi sorgusuz sualsiz oradan kovmadı." dedi Dora.

"Ha bir de kovsaydı!" diye çıkıştı Mina.

Bir yandan da kolunu Dora'ya atmış, onu teselli ediyordu. 

"M-marin... özür dilerim. Doğum gününü mahvettim!"

Elimi Dora'nın elinin üstüne koydum ve gülümsedim:

"Senin suçun değil. Ayrıca hiçbir şeyi mahvetmedin."

"B-benim alkole karşı hassasiyetim var. Bir damlası bile elektrik güçlerimi tetikliyor. Normalde de gücümü kontrol etmekte zorlanıyorum."

Dora'nın kıvırcık, mor saçları rüzgarda dalgalandı. Ay ışığında ayrı bir güzel görünüyordu.

Birden ay ışığı bana Sarp'ı hatırlattı. Onun da saçları tıpkı ay ışığına benziyordu, o kadar parlaktı ki...

Şimdi ne yapıyordu acaba?

Ben bunları düşünürken birden Mina sordu: "Peki gücünü kontrol edememenin bu stresli hallerinle bir ilgisi var mı?"

"Evet! Zaten sebebi bu. Kontrol edemeyip bugün olduğu gibi karışıklık çıkarmaktan korkuyorum. Ya da birine zarar vermekten..."

Max araya girdi: 

"Bir tane ilaç var, anksiyeteyi bastırmaya yarıyor. Kriz anlarında onu kullanabilirsin. Yan etkisi de yok, reçeteyle satılmadığından kolayca alabilirsin. Sana ismini verebilirim."

Dora sevinçle Max'e döndü:

"Çok teşekkür ederim! Lütfen ismini söyleyin, hemen telefonuma not edeceğim."

Max ilaç ismini Dora'ya söyledi, Dora da not aldı. Tam o sırada Lina, elinde poşetlerle geri döndü.

"İçecek bir şeyler de aldım. Hadi, mumları yakalım."

Önce pastanın mumlarını yaktık. Dilek tutup mumları üfledikten sonra plastik tabaklarda denize karşı yemeye başladık. Hava gittikçe soğuyordu, büyük ihtimalle ertesi gün hepimiz hasta olacaktık ama hiçbirimizin umrumda değildi.

Hediyelerini de verdikten sonra en son maytap yaktık ve dilek dileyip onlarla birlikte etrafta koşturduk. 

Abilerim de arkadaşlarım da yanımdalardı ve bir şeylerin yoluna girmeye başladığını hissedebiliyordum.

Hayatımda geçirdiğim en güzel doğum günüydü.

...

Mart ayının sonlarına gelmiştik. Bugün cumaydı ve haftanın son dersi olan resim dersindeydim.

"Arkadaşlar, bugün geçen dersteki gibi blind contour tekniğiyle çizim yapacağız. Sizden isteğim, yanınızdaki arkadaşınızla birbirinize iki dakika boyunca bakmanız ve çizim defterinize onu çizmeniz. Kağıda bakmadan yalnızca karşınızdaki arkadaşınızın yüzüne odaklanın."

Bugün bilerek Sarp'ın yanına oturmuştum, çünkü çıkışta onunla bir şey konuşmayı düşünüyordum. Bu yüzden ona döndüm. 

Sarp da bana döndü. Hoca iki dakikayı ayarladı, ardından "Başlayın!" dedi.

Hemen onu çizmeye başladım. Çizerken yüzündeki tüm detayları inceleme fırsatım oldu. Cildi pürüzsüzdü, açıkçası cilt bakım rutinini öğrenmek istedim. Burnunda ve yanaklarında belirli belirsiz çiller vardı, yanakları da pembeydi. Burnu çok düzgündü ve gözleri hafif çekikti. Kaşları da çok düzgündü, sanki her gün alıyormuş gibi. Alnına dökülen beyaz saçları yine parlıyordu, ve burundan aşağı inersek son olarak dudakları-

Bir an utandım. Normalde profesyonel olup çizmeye devam etmem lazımdı ama kalemi tam dudaklarına geldiğimde bıraktım ve sadece sallamasyon bir şekilde karaladım.

Durmadan birbirimizin yüzüne baktığımızdan onun beni fark edebileceğini düşündüm. Ama Sarp devam etti, oldukça odaklanmış görünüyordu. Sanki yüzümdeki tüm ayrıntıları inceliyordu. 

O sırada yanına oturma seçimimi sorguladım, o çıkmadan hemen önce de onu yakalayabilirdim, neden yanına oturmak gibi bir aptallık yaptım?

"Süre doldu! Şimdi bir dakikalık deneyeceğiz."

Bir dakikalık çizimi denemeden önce Sarp, bana çizimini gösterdi. Gerçekten bazı detayları yakalayabilmiş ve karışık çizgiler arasında yüzümü görebildim. 

"Çok güzel çizmişsin! Yüzümü görebiliyorum."

"Seninki nasıl?"

Kendiminkini ona gösterdim.

"Ben de yüzümü görebiliyorum."

Bunu nasıl anlamalıydım, bilmiyorum. Ama sanırım becermiştim.

Hocanın sesi tekrar duyuldu: "Bir dakikayı başlatıyorum."

Çizmek üzere hazırlandık. Hoca "Başlayın!" dediği anda hızlıca çizmeye başladık. Bu sefer süre daha kısa olduğundan yüzünde çok fazla oyalanmadım ve onu genel hatlarıyla çizmeye başladım. Bu sefer daha az heyecanlıydım ve yalnızca çizime odaklanmıştım. 

Süre dolmadan, hâlâ yüzüne bakıp çizim yapıyorken söyledim: "Çıkışta konuşabilir miyiz? Boş vaktin var mı?"

O da aynı şekilde, kalemi bırakmadan, yüzüme bakıyorken yanıtladı: "Konuşalım."

Sebebini hiç sormadan kabul etmesine şaşırdım ama sesimi çıkarmadım.

"Kafeye gidelim mi?"

"Randevuya mı gideceğiz?"

Güldüm.

"Ciddi hayalperestsin sen."

Bu cümleyi bana o gece, montuyla üstümü örttüğünde söylemişti, ben de ona ithafen bunu söylemiştim. Zekiydi, hemen anladı.

"Heh, sen de."

O sırada hocanın sesi duyuldu: "Süre doldu!"

...

Çıkışta Sarp ile okulun kafelerinden birine gittik. Kendine filtre kahve söyledi, benim buzlu kahve istediğimi duyunca şaşırdı:

"Bu havada mı?"

"Bu hava mı? Soğuk değil ki."

"Neresi soğuk değil?"

"Yalnızca hafif serin."

Sarp derin bir iç çekti.

"Neyse, seninle tartışmayacağım. Ne hakkında konuşmak istiyorsun?"

"O gün seninle savaş hakkında konuşmuştuk ya... senin bakış açını öğrenmek istedim."

Sarp şaşırmıştı: "Neden?"

"Çünkü fark ettim ki ben kendimi yalnızca birtakım ön yargılarla beslemişim. Annemin ölümünden bu yana hep Lichterya'yı suçladım, ama halkın bir suçu yoktu. Bu yalnızca aptal bir kristal için girilen güç savaşıydı ve olan bununla hiçbir ilgisi olmayan halka oldu."

Sarp söylediklerimi onayladı: "Doğru. Gizli Mavi kristalini ele geçirme hayaliyle başladı, iki ülkenin de birbirini bombalamasıyla devam etti, milyonlarca kayıp ve hasarla son buldu."

"Bu konuda mantıklı düşünemiyordum çünkü kendi halkıma acıyordum. Karşı tarafın ne yaşadığını detaylıca hiç düşünmedim."

O sırada kahvelerimiz geldi. Garson çekildikten sonra Sarp sordu:

"Yani? Karşı tarafta neler yaşandığını mı bilmek istiyorsun?"

"Evet."

Sarp belli etmemeye çalıştı ama bu durumdan memnun gözüküyordu.

"Peki, burada birbirimizi öldürmeyeceksek anlatırım."

Bunu söylerken sırıtıyordu. Karşılık olarak ben de sırıttım:

"O noktaya gelmemeyi umuyorum."

Sarp hafifçe güldü, ardından yüzü değişti. Sanki o olanları tekrar yaşıyormuşçasına uzaklara daldı. Gözlerinde birçok duygu vardı: öfke, hüzün, kırgınlık, dehşet, travma...

"Bu nasıl anlatılır bilmiyorum. Yok olmuş bir şehir, yıkık binalar, ölüme terk edilmiş insanlar..."

Anlattığı anda aynı sahneler gözümde canlandı. Birçok kez başımı yastığa ölüm ve sevdiklerimi kaybetme korkusuyla koyduğum günleri hatırlıyorum. Eğer okul bizi himayesi altına almasaydı neler olurdu? Üstelik kamp alanımız yüksek güvenliğe rağmen bir keresinde Lichteryalı askerler tarafından basılmıştı. O gün birçok öğrenci hayatını kaybetti, özellikle askeri okuldan olup diğerlerini savunmaya çalışanlar...

1.5 senelik bir savaş... Yalnızca bir kristal yüzünden başlamıştı. İnsanların yıllar önce bulduğu, normalde simsiyah bir obsidyen taşı gibi gözüken ama ışıkta parlak bir safire dönüşen o taş... Kutsal kitaplarda bu taşın Tanrılar tarafından insanlara bir hediye olarak gönderildiği yazardı ve büyülü bir taş olduğuna inanılırdı. 

Bu taş tam da Lichteria ve Belmare sınırına yakın bir yerdeydi ancak Belmare sınırları içerisindeydi, bu yüzden iki ülke arasında anlaşmazlık oldu. 

Lichteria bu taşın aslında kendilerine ait olduğunu ve bu taşı Belmare'ın çaldığını söyledi. Öte yandan Belmare, bunu reddetti. Bir süre bu şekilde iki ülke arasında gerilim yaşandı, ancak kimse bunun böylesine yıkıcı bir savaşa dönüşebileceğini tahmin etmedi.

Kışkırtmalara dayanamayan Belmare, Lichterya'nın sınıra en yakın olan şehir Feloria'yı bombaladı. Bunun karşılığında Lichterya da en yakın şehir olan Elysium'u işgal etti.

Lichterya savaşı başlatan tarafın Belmare olduğunu söylerken Belmare kışkırtmalardan ve hakaretlerden dolayı Lichterya'nın başlattığını iddia etti.

Sarp devam etti: "Annemin şehirden uzak, güvenli bir evi vardı. Sığınak görevi görüyordu. Savaş boyunca orada kaldım. Sizde bazı eğitim kurumlarının eğitimi devam ettirdiğini duydum, Elysium Üniversitesi ve onun lisesi de buna dahilmiş."

Bir an duraksadı.

"Lichteryada böyle bir sistem kurulamadı. Yaklaşık iki sene okula gidemedim. Geçen sene okullar açıldı ve liseyi 6 senede bitirip sınava girdim."

Kanım dondu. Tüm savaş boyunca her şeyden uzak bir evde kalıp hiçbir eğitim alamamak... Tabii ki savaştan uzak olmak iyi bir şeydi ancak eğitimine devam edememiş olması beni üzmüştü. En azından ben bu fırsata sahip olmuştum.

Yavaşça sordum:

"Yani... benden büyüksün. Kaç yaşındasın?"

"21."

"Anladım."

"Bu üniversitenin eski rektörü çok iyiymiş diye duydum. Savaş sürecini çok iyi yönetmiş." dedi bir anda Sarp.

"Bayağı araştırmışsın."

"Buraya gelmeden önce araştırma yapmıştım."

"Peki neden geldin buraya?" 

Biraz ani bir soru olmuştu, ama gerçekten merak ediyordum.

"Barış politikasını destekliyorum. Dönem bitmeden birkaç gün önce bir duyuru yapıldı, Feloria ve Elysium Üniversiteleri arasında bir değişim programı yapılacağı açıklandı. Önce çok fazla kişi karşı çıktı ama sonradan bu durumu destekleyen daha çok insan oldu.".

Anlamadığım bir şey vardı. Direkt Sarp'a sordum:

"Önce karşı çıkıp sonrasında desteklemelerine sebep olan neydi?"

Sarp açıkladı:

"Okul bunu doğru bir şekilde yavaş yavaş aşıladı bize aslında. İnsanlar savaştan bıkmıştı ve değişim askeri okulları kapsamıyordu. Bu da değişim programına daha sıcak bakmamıza sebep oldu, çünkü düşman ülke için askeri eğitim almak… ihanet sayılırdı. Öte yandan bu sene atanan rektörün itibarı iyiydi. Savaştaki başarılarıyla tanınan ve güven veren biri. İnsanlar genel olarak liderliğine saygı duyduğundan kendileri için yanlış bir karar vermeyeceğini düşündü."

Sarp'ın söylediklerini toparladım:

"Yani diyorsun ki, Feloria'nın rektörü de bu konuda çok etkili oldu. Aynı zamanda bu durum bir anda söylenmedi, bu değişim programına zemin hazırlandı."

"Evet, öyle oldu. Sizde her şey çok ani geliştiğinden çatışmalar meydana gelmiş sanırım, doğru mu?"

"Evet, maalesef."

Sarp'ın söylediklerini şöyle bir düşündüm. Acaba rektör farklı olsaydı, eski rektör olsaydı, barış politikası doğru adımlarla atılsaydı tüm bu çatışmalar ve kargaşa engellenir miydi?

Bir an ona döndüm: "Hey, barış politikasını destekliyorum dedin ama ilk fırsatta Belmarlılara laf sokuyorsun."

Sarp güldü: "Sen de laf sokuyorsun. Lichteryalılara."

"Olayı bana çevirme, kendinle çeliştiğinin farkında mısın?"

"Eh, sanırım herkesin içinde bir miktar da olsa ırkçılık oluyor. Belki zamanla geçer."

"Zamanla mı? Ne kadar zaman gerekiyor?"

"Hımm… Bilmiyorum ama ilk adımı attık sanırım."

Haklıydı. Elbette kafamda daha çok soru işareti oluşmuştu ancak en azından düşmanımı daha yakından tanımıştım. Ya da, artık düşman değildik. Yalnızca koşulların kurbanı iki gençtik.

"Öyle görünüyor. Bu arada Sarp... Paylaştığın için teşekkür ederim. Sayende bazı şeyleri kafamda oturtabildim."

"Önemli değil. Ben de... beni yargılamak yerine anlamak isteyen biriyle karşılaştığım için mutluyum. Sen ilksin."

Bunu söylerken Sarp'ın yüzüme bakmayıp yanaklarının hafiften kızardığını fark ettim.

Yoksa bu çocuğun bilmediğim utangaç bir yanı da mı vardı?

More Chapters