Cherreads

Chapter 18 - -18-

Yaklaşık 3.5 yıl sonra

Eşyalarım hazırdı. Barış politikaları ve girişimleri başlamıştı, ben de bu politikalara destek vermek için Belmare ve Lichteria arasındaki değişim programına başvurmuştum. Daha doğrusu bu, annemle ikimizin planının bir parçasıydı.

"Sarp, hâlâ bana yardım etmek istediğinden emin misin?"

Valizimle beraber annemle kapının önünde duruyorduk.

"Eminim anne. Kristalin o adamda olup olmadığından emin olacağım. Eğer kristal ondaysa sana getireceğim."

"Seni böyle bir şeye sürüklediğim içih kendimi asla affetmeyeceğim." dedi annem içini çekerek.

Sırıttım: "Ama benden başkasına da güvenemezsin, değil mi?"

Annem bakışlarını kaçırdı.

"Hâlâ vazgeçmek için çok geç değil. Bir şekilde hallederim."

Sert bir şekilde çıkıştım.

"Yine biri sana ihanet ederse ne olacak anne? Hem özel hayatında hem de iş hayatında bununla yeterince karşılaşmadın mı?"

Annem sessiz kaldı. Bir süre böyle kaldı, sonra cebinden minik bir kutu çıkardı. 

"Bu ne?"

Kutunun içinden küçücük, saydam, ince ve turuncu bir kristalimsi madde çıktı.

"Bunu büyüyle uğraşan bir dermatologa yaptırdım. İçindeki ince kristali azıcık derine bastırman lazım ve kendisi derinin altına girecektir."

"Bu tam olarak ne işe yarıyor?" 

"Tehlike anında birbirimizi hissedeceğiz. Başın belaya gelirse senin yanına ışınlanacağım."

Işınlanma teknolojisi dünyada yeni yeni gelişiyordu ve her yerde kullanılması yasaktı. Annemin bunu nasıl elde ettiğini merak ettim ama o sırada pek sorgulamadım.

"Tamam. Öyle bir duruma düşmemeye çalışacağım. Yapmam gereken Nathan Martell'in kızıyla arkadaş olup ardından onun aracılığıyla babasıyla tanışmak ve kristalin onda olup olmadığını öğrenmek. Ayrıca kızı ya da abileri bir şey biliyorsa bunu da sana ileteceğim."

Annem onaylarcasına başını salladı.

"Her şeyi ayarladım. Nathan'ın kızını araştırdım. Kız mimarlık okuyor ve birinci sınıf. Tasarım ve mimarlık fakültesinin tüm bölümlerinde de ikinci dönem çizim dersi var. Bölümlerinizin aynı fakültede olması büyük şans. Farklı çizim sınıfları olsa da ben bir şekilde sizi aynı sınıfa koymayı başardım."

Bana bir fotoğraf verdi. Bu, Marin'in vesikalık fotoğrafıydı.

"Bu kızı ara. İlk gün yanında oturmayı unutma. Bir şekilde iletişime geçmeye çalış. Eğer ilk gün gelmezse diğer günler aynısını yaparsın. Terslik çıkarsa bana haber vermeyi unutma."

"Anladım."

"Kızın adı yoklamada geçene kadar sessiz kal."

"Sence o kadar aptal mıyım anne?"

"Değilsin tabii ki. Yalnızca uyarıyorum."

"Tamam."

Anneme daha önce kristalle ne yapmak istediğini sormuştum ama bir yanıt alamamıştım. Ayrıca Marin'in babasını nereden tanıdığını da bilmiyordum. Hepsini sordum ama şimdilik bunlara takılmamamı, zamanı gelince söyleyeceğini söyleyerek beni geçiştirdi. Ben de ısrarcı olmadım.

"Artık hazırsın. Lütfen kendine dikkat et."

Annem bana sıkıca sarıldı.

"Oğlum, ne ara büyüdü-"

"Anne, nefes alamıyorum!"

"Ay, pardon."

Annem geri çekildi. Valizimi ve çantamı alıp evden çıktım. 

Uçağıma daha biraz vardı, arkadaşlarımın mezarını ziyaret ettikten sonra hayatta kalan tek arkadaşımın yanına gidecektim.

Hepsinin mezarına tek tek gittim, dua ettim ve onlarla konuştum. 

Tüm arkadaşlarım benim için özeldi ama Rika benim büyük ablam gibi olmuştu. Onunla konuşmalarım daha farklı olurdu.

Bu yüzden o gün en çok onun mezarında sohbet ettim.

Toprağını suladım, incili gülü diğer çiçeklerin arasına ektim. Benim haricimde birkaç kişi daha incili gül bırakmıştı.

İncili güllerin Litharius'un ışık elementiyle beyaz güllerin bir araya gelmesiyle oluştuğu söyleniyor. Bu incili güller hafifçe ışık saçar, güllerin inci gibi sedef yaprakları olurdu. Cenazelerde incili gülün ölüye toprağın altında Mortana'nın dünyasına gideceği yolu gösterdiğine inanılırdı. Bu, eski bir inanıştı.

Yavaşça mezar taşına oturdum.

"Rika... Bugün Belmare'a gidiyorum, katillerinizin olduğu ülkeye."

Derin bir nefes aldım.

"Amacım intikam değil ama o ülkenin savaş sevdası sizleri ve hayallerinizi katletti. Bunu affedemem. Benim için zor da olsa barış politikasını gerçekleştirmek için gidiyorum. Sırf daha fazla kişi kurban gitmesin diye..."

Cümleleri teker teker, arada nefes alarak kuruyordum. 

"Ama buraya döndüğümde mutlaka sizi ziyaret edeceğim, hem de daha sık!"

Yavaşça kolumu sıvadım, tüm kolum açıkta kalana kadar ve ona dövmelerimi gösterdim.

"Güçlerinizle ve isimlerinizin anlamıyla bir tasarım yaptım. Ardından bunu dövme yaptırdım. Sence nasıl olmuş?"

Kendi kendime güldüm ve kolumu tekrardan kapattım.

"Neyse... Ben askeri bir üniversiteden vazgeçtim. Eski hayallerim ağır bastı. Dağ evinde kapalı kaldığım 1.5 senede tasarımla ve resimle ilgilendim. Bu yüzden artık grafik tasarım istiyorum. Kim bilir, belki ileride kardeşimle oyun geliştiririz."

Bir an sustum, Can'ı düşündüm. O benim aksime tam savaş başladığında Türkiye'deydi ve orada kaldı. Benim aksime eğitimini düzenli bir şekilde tamamladı. Aylin teyze de savaş boyunca bizimle dağ evinde kalmıştı. Ne yazık ki Can'ın aksine o Türkiye'ye gitmemişti. Can tüm savaş süresi boyunca Ela halamla ve babamla birlikteydi. Arada telefonla zar zor konuşurduk, sık sık bağlantı kesilirdi.

"Can ile aynı anda üniversiteye başlıyoruz. Ama o, Lichteria'da okumaya karar verdi, annesinin yanında. Küçük şeyler haricinde artık savaş resmi olarak bitti, yalnızca gerginlik ve soğuk savaş var. Neredeyse tüm zarar gören yerler onarıldı ama hâlâ birkaç seneye ihtiyaç var."

İç çektim.

"Biraz başka konular hakkında konuşmak istiyorum seninle. Bütün bunları tekrar hatırladıkça kalbimde bir ağrı hissediyorum. Zaten aynı şeyleri diğerlerine de anlattım."

Duraksayıp devam ettim: "Aşkını yaşamanı çok isterdim. Gerçi, Borys'e hissettiklerin aşk kadar güçlü müydü, bilmiyorum. Çünkü ben de aşk nedir bilmiyorum. Sence bir gün bulur muyum? Bütün bu savaş karmaşası biter, barış imzalanır ve sevdiğim kadınla kendi ailemi kurarım. Kendi babamın aksine kendi çocuklarımı ve eşimi asla terk etmeyeceğim."

Yağmur başlamıştı. Yavaşça yerimden kalktım.

"Gitmem gerekiyor. Ziyaret etmem gereken biri daha var."

Taksiye atlayıp hayatta kalan tek arkadaşımın evine gittim.

Kapıyı annesi açtı, içeri girdim.

Arkadaşım yerinden kalkamıyordu, çünkü bir bacağını komple kaybetmişti. 

Yavaşça yanındaki koltuğa oturdum.

"Nia, nasılsın?"

Nia buruk bir şekilde gülümsedi: "İyiyim."

İkizi Silas'ı kaybettiğinden beri o ve ailesi çok acı çekiyordu. Eski neşesi artık yoktu, tıpkı şimdiki gibi yalnızca buruk bir gülümsemesi vardı.

Diğer yarısını kaybetmiş bir insan gibiydi ama bana her zaman iyi olduğunu söylerdi.

"Demek gidiyorsun, o gün geldi." dedi Nia önüne bakarak.

"Evet, geldi." dedim yavaşça.

Nia üzgün görünüyordu. Kalan son arkadaşı da uzunca bir süre yanında olmayacaktı.

"Ama geri döneceğim. Merak etme." dedim onu teselli etmek istercesine.

"Sarp... Bunca zaman yanımda olduğun için teşekkür ederim. Sen iyi bir dostsun."

Gülümsedim. Nia devam etti.

"Keşke savaşın bittiğini ve barış politikalarının uygulandığı günleri onlar da görebilseydi. Ama artık anlıyorum ki bir şekilde yaşamak zorundayım."

Nia elini kalbine götürdü.

"Silas ve arkadaşlarım her zaman burada yaşayacak. Belki olumsuz yanları vardı, ancak biz onları iyi yanlarıyla hatırlayalım. Onlar hayatımızda güzel bir anı olarak kalacaklar."

Başımı onaylarcasına salladım. 

"Sen peki ne düşünüyorsun, gitmem konusunda?"

"Bunu sormak için çok geç değil mi? Birkaç saate uçağın kalkacak."

"Her şekilde gideceğim, olumlu ya da olumsuz düşünmen bir etki etmeyecek. Ama merak ettim."

Nia şöyle bir düşündü, ardından yanıtladı.

"Her şey iki devletin kristali istemesiyle başladı, olan bizim gibi masum insanlara oldu. Eminim onlar da bizim kadar mağdurdur. Her ne kadar onlardan nefret etsem de mantıklı düşününce böyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Belki bir gün acım da hafifler, nefretim de."

Konudan saptığını düşünüp konuyu toparlamak istedi: "Konudan iyice uzaklaştım. Demek istediğim, oraya gitmeni yanlış bulmuyorum ve o insanların da bizden farklı olduğunu düşünmüyorum. Onların açısını öğrenmek iyi bile olabilir."

Onların açısını öğrenmek... Bunu Marin de söylemişti. O sırada aklıma Nia gelmişti. Onların açısını öğrenmek isteyen ben ve benim açımı öğrenmek isteyen biri...

Barikatların farklı tarafındaydık ama mağdurduk. Hem en başından beri neden düşmandı insanlar birbirlerine?

Bu savaşın tek sebebi iki devletin bir kristal uğruna hırslarıydı. O zaman neden bedeli halk ödedi?

Neden benim arkadaşlarım ödedi? Neden senin annen ödedi Marin?

Peki ya baban, kristalle nasıl bir ilgisi vardı da annem bunu öğrenmek için beni yanıma gönderdi?

Sormak istediğim ve yanıtlayamadığım çok fazla şey var.

Bunlardan biri de o gün, seni kar ve çiçek yaprakları arasında dans ederken gördüğüm zaman içimde uyanan garip duyguların ne olduğu hakkında.

Rika... Sence bu sefer aşık olmuş olabilir miyim? 

O gün ona montumu verdim, üstelik soğuğa karşı hassasiyetim varken. Yurt odasına nasıl donarak döndüğümü hatırlıyorum. Öyleyse neden yapmıştım ki? Onun üşümesini neden bu kadar önemsedim? Görevim uğruna mı yaptım yoksa hislerim uğruna mı?

Hiçbir şeye anlam veremiyorum. 

Ama bildiğim bir şey var, o da dünyada bulunabilecek her türlü büyülü kristalden daha büyüleyici olduğun.

...

POV: Marin

Okuldan gelir gelmez kendimi direkt yatağa attım. Bir yandan da Sarp ile yaptığımız konuşmayı düşünüyordum. Demek benzer şeyleri yaşamışız. Aksi düşünülemezdi. Yaşadığımız şeyler dehşet vericiydi, hiçbir insanın hayal edemeyeceği kadar dehşet verici hem de... Bu yüzden farklı taraflarda da olsak birbirimizi bu kadar iyi anlamamız çok doğaldı. Farklı taraflar, aynı olaylar... Savaş korkunç bir şeydi, belki okul bizi olabildiğince güvenli bir alanda tuttuğundan bir asker ya da savaş ortamında bulunan halk kadar etkilenmedim, ama yine de gözlerimle gördüğüm korkunç olaylara tanık oldum.

En önemlisi, annemi kaybettim. Hayatımdaki en önemli varlığımdı o.

Ailemizi bir arada tutan, harika bir anne, eş ve asker olan o insan...

Ama tüm bunları düşünürken alakasız bir şekilde Sarp'ın kızarmış yüzü aklıma geldi. O ifade de neyin nesiydi öyle? Niye utanmıştı ki?

Biraz daha kafa yorsam benden hoşlandığını falan düşünecektim.

Olabilir de, olmayabilir de, dedim içimden.

Ama çok tatlıydı. Gerçekten...

Onu düşündükçe ben de kızarıyordum, hatta yüzüm yanıyordu. Ellerimle yüzümü kapattım.

Daha ortada hiçbir şey yok... Neden böyle hissediyorum?

Hayır, daha çok erken. Onu tanımıyorum bile. Doğru düzgün iletişimimiz bile yok. Hoşlanmam çok komik olmaz mı? Kendimi tutmalıyım.

En azından kim olduğunu anlayana kadar…

More Chapters