Ozraveth kıtası, Altherra'nın güneydoğusunda, lav vadileri ve sıcak rüzgârlarla çevrili kızıl topraklardan oluşuyordu.
Valgareth kabilelerinin evi olan bu topraklar, yıldızlar düşerken doğmuştu öyle derdi efsaneler.
Bu kıtanın en ateşli kalbi ise Solren kabilesiydi.
Onlar, tanrıların ilk ateşini saklayan halktı.
Bir kutsal öz, yüzyıllardır sadece onlara görünürdü:
"Thess'varin" Ateşin Kalbi.
Vaelir, bu özü almak zorundaydı.
Ama kabileler, dışarıdan gelenlere güvenmezdi.
Elandra'nın sözleri hâlâ kulaklarındaydı:
"Ya onların güvenini kazanırsın... ya da savaşırsın. Ama ne olursa olsun... Selka'yı geçmeden alamazsın."
Vaelir, üç gün süren yolculuğun ardından, Solrenlerin gökyüzüne yükselen obsidyen kulelerine ulaştı.
Alevle cilalanmış taş duvarlar, içlerinden geçen sıcaklıkla parlıyordu.
Halk, onu önce tanrısız bir yabancı gibi karşıladı.
Ama Vaelir, içlerinde bir şey uyandırdı gri gözleri ve taşıdığı kırık kılıç onları rahatsız etti.
Çünkü o bir "geçmişin yankısıydı."
Ve Valgareth halkı, geçmişi kolay unutanlardan değildi.
Selka, kabile liderinin kızı ve kutsal muhafızların başıydı.
Vücudunu kaplayan kemik zırh, yalnızca savaşta değil, törende de taşınırdı.
İki hançeri, kadim yaratıkların uyluk kemiğinden yontulmuştu.
Bu hançerler kanla temizlenirdi.
Vaelir'i ilk kez gördüğünde yüzünde küçümseyici bir tebessüm belirdi.
"Korvel'thada'dan gelen gri gözlü savaşçı...
Ateşi çalmak mı istiyorsun, yoksa ateşte yanmak mı?"
Vaelir, başını eğdi ama gözlerini kaçırmadı.
"Ateşi çalmaya gelmedim. Selka, kardeşim kayıp ve onu bulabilmek için öze ihtiyacım var."
Selka bir an sustu.
Sonra hançerini çıkarıp yere sapladı.
"O zaman bizim kan duellomuza katıl.
Alevi almak için benimle dövüş.
Kalbinde korku yoksa... sen de kutsanabilirsin.
Ama... tek bir yara bile alırsan, öz seni reddeder."
Kabilenin ortasında bir savaş alanı kuruldu.
Obsidyen taşlardan yapılmış bir çember.
Ortada kızgın kumlar.
Ve altında...
Thess'varin'in parıltısını taşıyan küçük bir lav damarı.
Gecenin ortasında, kabile toplanmıştı.
Davullar çalıyor, ateş tanrısının adı fısıldanıyordu:
"Arnak! Arnak!"
Selka kemik zırhını kuşandı.
Vaelir, kırık kılıcı ile ortaya çıktı.
Ama gözlerinde artık sadece gri parıltı yoktu.
Artık bir kıvılcım vardı.
Obsidyen çemberin içinde rüzgâr bile izinsiz esemiyordu.
Kabile halkı çevrede toplanmış, nefesler tutulmuştu.
Gökyüzü kızıl renge dönmüş, Sanki tanrı Arnak duelloyu gökyüzünden izliyor gibiydi.
Selka, kemik zırhını özenle taktı.
Her parça bir savaşın, her çatlak bir hikâyenin hatırasıydı.
İki hançerini belinden çektiğinde, kabileden Selkaya tezahüratlar yükseldi.
Vaelir ise sessizdi.
Kırık kılıcını çıkardı, yalnızca sapıyla ve yarım bir çelikle.
Ama o eksik çeliğin içinde...
Gözle görülmeyen bir kararlılık vardı.
Tezahüratlar kesildi.
Bir kabile büyüğü elini kaldırdı.
"Arnak'ın huzurunda... dövüş başlasın!"
İlk hamleyi Selka yaptı.
Bir yay gibi gerildi, ardından yıldırım hızıyla ileri atıldı.
Hançerlerinden biri aşağıdan, diğeri yukarıdan geldi.
Vaelir ilkini kılıcının düz yüzüyle karşıladı, ikincisini ise omzunu çevirerek sıyırdı.
Selka hemen geri çekildi ve etrafında dönerek Vaelir'in arkasına geçti.
Bir ayak darbesiyle onun dizine vurdu.
Vaelir sendeledi ama düşmedi.
Birbirlerine yaklaştılar.
Kum sıçradı, kemik çelikle çarpıştı.
Solren halkı bu anı bekliyordu. Gerçek bir dövüş. Gerçek bir sınav.
Selka aniden yere indi ve ayaklarının altındaki kumları Vaelir'in gözüne fırlattı.
Vaelir geri çekilirken Selka üzerine atladı
Bir hançer göğsüne doğru indi.
Ama…
Vaelir kılıcının sap kısmını savurdu.
Keskin olmayan, ama sert kavzayla Selka'nın burnuna güçlü bir darbe vurdu.
"KRAKK!"
Kan sıçradı.
Selka'nın başı geriye savruldu.
Dengesini kaybetti.
Vaelir fırsatı kaçırmadı.
Hemen dizini kadının karnına bastırdı, onu yere sabitledi.
Kılıcının yarısıyla boğazına hafifçe bastırdı kesmeyecek kadar yumuşak, ama hareketini engelleyecek kadar sert.
Selka, kımıldamadı.
Nefes nefese kaldı.
Burnundan akan kan, yanaklarından aşağı süzüldü.
Ama yüzünde öfke yerine saygı vardı.
"İyi savaştın..." dedi hırıltıyla.
"Öz seni kabul edecek."
Vaelir, kılıcını geri çekti.
Elini uzattı.
Selka, bir an duraksadı.
Sonra elini tuttu ve ayağa kalktı.
Kabile sessizleşmişti.
Ve sonra…
Davullar tekrar çalmaya başladı.
Ama bu kez Selka için değil, Vaelir için çalıyordu.
O gece, kabilede bir tören düzenlendi.
Thess'varin özü, kabile tapınağındaki lav havzasından çıkarıldı.
Bir taş kaseye yerleştirildi ve Vaelir'in önüne getirildi.
Vaelir kasenin başına geçti.
Öze dokunduğunda...
Gözlerindeki gri parıltı, bir anda kızıla çaldı ve alev almaya başladı.