Cherreads

Chapter 7 - -7-

"Stratejide iyisin, ama berbat bir oyuncusun. Başından beri bir stalker olmadığından şüphelendim, haklıymışım. Sen başka bir şeysin, Dawn." dedi bir anda.

Duyduklarım karşısında donup kaldım. Yüzümü endişeli bir hal aldı, ama hemen kendime geldim ve dansı devam ettirdim.

"Bunu sana düşündüren nedir?" dedim.

"Az önce açıkladım, stalker gibi davranmıyorsun. Daha çok meraklı bir dedektif gibisin. Benim hakkımda bir şeyler öğrenmeye çalışıyorsun, ama ne için, anlamadım."

Derin bir nefes aldım.

"Beni fazla ciddiye almışsın. Üzerinde bu kadar düşünülecek biri değilim."

"O gece benim hafızamı silmeye çalıştın, değil mi? Gücün bu senin. Ama bende işe yaramadı."

"Böyle bir gücüm yo-"

"Yalan söylüyorsun. Bari bunu inkar etme."

O sırada dans bitti. Tam yerimize geçecekken Luis'i sertçe kolundan tuttum.

"Peki sen nesin?"

En başından beri şüpheleniyordun ama hiç belli etmedin mi, dedim içimden.

Ben berbat bir oyuncuysam sen de bu işte harikaydın, Luis.

Luis tuttuğum koluna baktı, sonra sırıttı: "Dokunulmazım. Ama biri bunu aşmış gibi görünüyor. Roller tersine mi döndü, ne?"

Ardından kolunu elimden kurtarıp sordu: "İstersen başka bir yerde konuşalım bu konuyu."

Sonunda aklına geldi. Deminden beri dikiliyorduk bu pistte!

"Olur, mümkünse kimsenin olmadığı bir yerde."

Böylece balodan ayrıldık. Ayrılırken gözüme çarpan tek şey Luceat hanımın bana bakan meraklı bakışlarıydı.

***

POV: Luis

Okula ilk geldiğimde ortamın sıkıcı olmasından korkuyordum, ama hiç de öyle olmadı. Ders çıkışı kafede biraz takılmak istemiştim, hem ortam değerlendirmesi yapmak açısından iyi olurdu. O sırada önümdeki mavi kısa saçlı kızın satıcı abilerle kavga ettiğini fark ettim. Çayı düzgün alabilmek için öyle bir hakkını arıyordu ki, çok eğlenmiştim. 

Kendime eğlence bulmuştum. Zaten onun masası harici oturacak pek yer de yoktu, kahvemi aldıktan sonra onun masasına oturdum.

Bu ruhsuz gibi görünen ama içinde büyük yangınlar koptuğunu düşündüğüm kızı beğenmiştim. İlginçti ve kesinlikle arkadaş olmaya değerdi.

Tekrar yollarımızın kesişmesine sevinmiştim. Her ne kadar günlük meselesini öylesine konuşmuş olsam da bu kadar ileriye taşıyacağını düşünmemiştim.

Onu odamda bulmak elbette rahatsız ediciydi çünkü ilk başta onun bir tür hırsız olduğunu düşünmüştüm. Sonradan benden hoşlandığını söylese de, inanmamıştım, ama inanmış gibi yapmaya devam etmiştim.

Çünkü ilgimi çekiyordu ve ben ilgimi çeken şeylerle uğraşmayı seviyorum. 

Neden odamda olduğu, günlüğümü neden istediği, beni neden merak ettiği, her şey ilgimi çekiyordu. Bunun yanında başka şeyleri de ilgimi çekiyordu.

Büyük bir çabayla sakladığı "asıl kişiliği" nasıldı? Bana kendisini açmasını sağlasam nasıl biri olurdu?

İşte bu yüzden, onu dikkatle inceledim ve izledim. 

İşte buradaydık, yüzleşmek için baloyu terk etmiş, kimsenin olmadığı yere, balo binasının yakınında bir binanın bodrum katındaydık. Temizlik eşyalarının olduğu bir odanın kapısının açık olduğunu fark ettik ve oraya girdik.

"Bu odayı seçtiğimiz iyi oldu, koridorda sesimiz yankılanırdı." dedim.

"Umarım bu binada kimse yoktur." dedi Dawn.

"Binada olsa bile, bu odada sadece ikimiz varız. Okulun duvarlarından ses duyulacağını da sanmıyorum." dedim.

(Burada Dawn içinden "Sen öyle san." diyor çünkü birçok kez Luceat hanım için kapı dinledi, ama Luis'in povu olunca yazamıyorum fhvbrbvbrvvbtuh)

"Peki, konuşalım şimdi. Deminden beri neyi ima ediyorsun?"

"Sana bir fırsat tanıyorum, ateş böceği. Ya bana şimdi burada ne olduğunu anlatırsın ya da o gece odama izinsiz girdiğini herkese anlatırım."

Onu yakalamış olmalıydım. Yüzü bembeyazdı.

Birden boğazıma yapıştı.

"Ya da ben seni burada öldürürüm."

Ellerini boğazıma sardı, ama sıkmıyordu. Ellerinin titrediğini hissedebiliyordum.

"Neden sıkmıyorsun, sıksana!"

"Bana bulaşmayacaktın, Luis! Yemin ederim ki seni öldüreceğim. Mortana'ya sorarsın artık sorularını."

Çok öfkeliydi. Onu ilk defa böyle öfkeli görüyordum, ama ne olursa olsun boğazımı sıkmıyordu. Beni sadece korkutmak istediğini anlayabiliyordum.

"Demek böyle oynayacağız, Dawn. Elimde bir kozum daha var. Nasıl boğazıma sarıldığın-"

"Kozun falan yok! Kim böyle aptalca söylentilere inanır ki?"

"İnanmasalar bile söylentilerin nasıl bir etki yaratacağını hiç düşündün mü?"

Dawn bir süre düşündü. Haklı olduğumu anlamış gibiydi.

"Ayrıca elimde koz olmadığını sana düşündüren şey ne?"

"Ne?" dedi ve telefonumu çıkartıp odama girdiği günün ses kaydını açtım.

"Sen... nesin?"

"Esas sen nesin? Odama girip beni sıkıştırıyorsun."

"Hatırlıyorsun. A-ama..."

"Git odamdan. Her şeye tahammülüm var ama iznim olmadan odama girilmesine asla."

"Hah... Bunu kafede iznim olmadan masama oturan kişi söylüyor. Özel alan şimdi mi aklına geldi?"

"Aynı şey değil."

Ses kaydını kapattım.

Dawn titriyordu. Gözlerinden birkaç yaşın süzüldüğünü gördüm.

"B-ben…" 

"Bak, senden tek isteğim neler olduğunu anlatman. Böylece hiçbir şeyi anlatmayacağımdan emin olabilirsin. Beni boğmanı bil-"

"Özür dilerim! Kimseyi öldürmek istemedim! Özür dilerim! Sadece korkutmak istedim."

Dawn krize girmişti, ona nasıl yardım edeceğimi bilemedim.

Bir dakika önce beni öldürmekle tehdit eden kız, şu an karşımda hüngür hüngür ağlıyor, özür diliyordu. Ne yapmalıydım?

"B-ben çok korktum, o yüzden yaptım. Eğer Luceat hanım anlarsa-"

Luceat hanım mı? Bekle, bu rektörün ismi değil miydi?

Eliyle ağzını çok önemli bir şeyi ağzından kaçırmış gibi kapattı.

Sanırım olayı az çok anlamaya başlamıştım, ama Dawn bağıra bağıra ağlıyordu. Sesimizin duyulmasına izin veremezdim, ayrıca Dawn'ı bu halde görmek de istemiyordum.

"Şşş, Dawn! Duyacaklar bizi, sakin ol! Kimseye söylemeyeceğim, tamam mı? Bak ben yaşıyorum."

Dawn kriz geçirmesine rağmen başını uslu uslu salladı.

Tam o anda dışarıdan bir ses duyuldu: "Kim var orada?"

Aha sıçtık, dedim içimden.

Hemen bir şey düşündüm, tüm bu temizlik eşyalarının arasına saklanabilirdik, ya da bir bahane bulup buradan çıkabilirdik.

Temizlik malzemeleri bizi tamamen kapatamazdı, ama çok iyi bir bahane aklıma gelmişti.

"Dawn, şimdi sen ayağın kaymış gibi davran, yerde dur, ben çözeceğim, tamam mı?" dedim ve Dawn hemen dediğimi yapıp yere uzandı, ayağını tuttu ve ağlamaya devam etti. Ben de birkaç deterjanı yere döktüm, sanki kaymasının sebebi buymuş gibi.

Görevli de hemen geldi.

"Ne yapıyorsunuz burada? Ne oldu burada?"

"Yardım edin, kız arkadaşımın ayağı kaydı!"

"Nasıl becerdiniz tüm bu deterjanı her yere saçmayı? Kaç para harcanıyor bu temizlik malzemelerine haberiniz var-"

"Adam! Kız arkadaşımın ayağı acıyor diyorum, bana temizlik malzemesinden bahsediyorsun. Çabuk bana yardım et de onu taşıyalım!"

Neyse ki küçük yalanım işe yaradı, Dawn'ı güvenliğin yardımıyla yukarı çıkarabildim. Güvenlik de şansımıza iyi çıktı ve bize bir taksi çağırdı. Taksiyi beklerken bize şunları söyledi:

"Bugünlük size bir iyilik yapıp mahremiyetinize saygı duyacağım ve kimseye bundan bahsetmeyeceğim. Kız arkadaşını bir doktora götür."

Başımı salladım: "Götüreceğim. Çok teşekkürler."

Bir süre sonra taksi geldi ve Dawn'ı kolundan tutup taksiye bindirdim, sonra da ben bindim.

***

Taksiyle Dawn'ın kaldığı lojmana geldik. Evin oldukça sade bir dekoru vardı. Evde nergisle karışık bir sigara kokusu vardı.

Dawn oturma odasında, karşımda oturmuş, durmadan ağlıyordu. Bir yandan sayıklıyordu.

"Özür dilerim, özür dilerim, seni öldürmek istemedim, seni boğmak istemedim, özür dilerim, korkuyorum, korkuyorum..."

"Dawn, yeter!" diye bağırdım.

"Korktum! Çaresizdim, eğer sırrım biri tarafından bilinirse ben-"

"Bu noktada sır diye bir şey kalmadı. Her şeyi anladım sayılır."

Dawn endişeyle yüzüme baktı: "Ne anladın?"

"Luceat hanım dediğin kişi rektör değil mi? Anladığım kadarıyla onunla bir bağlantın var. Bilgi toplama tarzı, sanırım."

Başını yana çevirdi.

"Her şeyi anlamışsın gerçekten."

Tekrar bana döndü.

"O halde sana her şeyi anlatacağım, ama yalvarırım kimseye söyleme. Yoksa ben biterim, hayatım biter. Lütfen..."

Yanıma geldi ve dizlerimin dibine çöktü.

"Lütfen..."

Kalkıp onu yerden kaldırmaya çalıştım.

"Dawn, yapma, ayağa kalk."

Ama bu sefer bacağıma sarıldı.

"Yalvarırım..."

Ne yapacağımı şaşırmıştım.

"Senin gibi güzel bir kız yerlerde olmamalı. Lütfen kalk, kimseye söylemeyeceğim."

Omuzlarından tuttum ve onu yerden kaldırdım. Çenesinden tuttum.

Gözyaşları içinde, yalvaran bakışlarının ardından bana öyle güzel baktı ki nefesim kesilecek sandım.

Bu kız neler yaşamış olabilirdi böyle Sevgiye nasıl aç olduğunu hissedebiliyordum. 

Gözlerimin içine bir süre baktı, benden bir şey istiyordu, sözünü tutmamın dışında başka bir şey... 

Ona teslim olmamı istiyordu, ben de teslim oldum.

POV: Dawn

Luis ne istediğimi anlamıştı. Beni belimden tutup yavaşça öpmeye başladı.

Bir an geri çekilip bana baktı, sonra tekrar öpmeye devam etti.

Sanki uzun zamandır bunun hayalini kuruyor gibiydim. Bu anın hiç bitmemesini istiyordum.

Olanlara ben de inanamıyordum. Bir saat öncesinde boğazına yapıştığım çocukla şu an öpüşüyorduk.

Tekrar geri çekildiğinde sordum: "Boğazın acıdı mı?"

Güldü: "Sıkmadın ki hiç."

"Yine de hiçbir şey öylece boğazına yapışmama sebep değil." dedim ve boynunu öptüm.

"Ş-şey..." dedi birden.

"Yanlış bir şey mi yaptım?"

"Hayır... sadece..."

Utanmış gözüküyordu. Kıkırdadım.

"Çok tatlısın." dedim ve tam o anda belime sarılıp beni koltuğa itti, ikimiz de koltuğa düştük. Beni daha çok öpmeye başladı, öpücükleri boynuma kadar indi.

"L-luis, bekle!" dedim, yüzüme baktı.

"Bir şey mi oldu?"

"Her şey... çok hızlı. Burada bıraksak mı?"

Yavaşça üstümden kalktı, ben de doğruldum.

"Tabii, sen istemediğin sürece ileriye gitmeyeceğim."

Gülümsedim.

Luis gevşemiş kravatını düzeltti, ben de elbisemi düzelttim.

"Luis, ben Luceat hanım, yani rektör için çalışıyorum. Onun için bilgi alıyorum."

"Öğrenciler hakkında falan mı?"

"Sadece o da değil... her şey hakkında. Ayrıca önemli bir görevim var. Bunu sana söyleyeceğim, ama söylersem bana yardım edeceğine söz ver."

"Vay be, bana bu kadar güveneceğini düşünmemiştim."

"Luis, bu benim için önemli. Söz ver, lütfen."

"Bu eğlenceli olacak, o yüzden söz veriyorum."

Derin bir nefes aldım ve itiraf ettim.

"Kristal üzerine araştırma yapıyoruz ve bu kristal kuzenin Marin'in babasında olabilir."

"NE!?"

Luis ayağa kalkıp adeta bağırdı.

"Şşş! Lütfen kimseye söyleme. Luceat hanım sana söylediğimi öğrenirse ben biterim."

"Tamam, tamam. Ahem, aslında buna dair dikkatimi çeken birkaç şey oldu, yani şüphelerinde haklı olabilirsin."

"Ne gibi? Lütfen anlat, çok önemli!"

"Teyzemin bir telefon konuşmasına şait olmuştum da, orada Nathan amcanın özel bir klana ait olduğundan bahsediyordu. Klanın adını hatırlamıyorum ama isterse Hidden Blue kristalini kontrol edebileceğini söylemişti."

"Kimle konuşuyordu bunu?"

"Hiçbir fikrim yok. Teyzemin neden bu konudan bahsettiğini de bilmiyorum. Sadece kulak misafiri olmuştum, o kadar."

"Hımm.." dedim kendi kendime.

"Onun haricinde Marin'in ailesiyle arası pek iyi değil, ailesi biraz ilgisizler ona karşı."

Luis bana uzun uzun neden Marin'in ailesiyle arasının pek iyi olmadığını açıkladı. Bu kız da benim gibi çok yalnızdı, üstelik ailesi olmasına rağmen...

"Bütün bildiklerim bu kadar, Marin daha fazlasını anlatmadı bana. Aklıma da bu kadar geliyor şimdilik, sonradan aklıma gelirse anlatırım sana."

"Anladım. Teşekkür ederim."

"Hıhı." diye mırıldandı Luis.

Bir sessizlik oldu. Sonra Luis sordu:

"Bunları Luceat hanıma anlatacak mısın?"

Birden bir anahtar çevirme sesi geldi: "Buna gerek yok. Her şeyi duydum."

Sesi duyar duymaz kalbim durdu sanki. İkimiz de arkamızı döndük. 

Bu, Luceat hanımdı. Kapının önünde, ikimze ciddi bir ifadeyle bakıyordu.

More Chapters