Behzat, gelen o garip sese doğru yürüdü. Adımlarını dikkatli atıyor, tıpkı nefesini tuttuğu gibi düşüncelerini de bastırmaya çalışıyordu.
Sesin geldiği odaya girdiğinde, bir kalemin yerde yuvarlandığını gördü. Cam açıktı ve rüzgâr içeri doluyordu. Kalem büyük ihtimalle rüzgârla düşmüştü... Ama içini kemiren bir his hâlâ oradaydı.
Tam o an, garip bir koku aldı burnuna.
Buram buram metal... ve kan.
Ev hâlâ sessizdi. Kalbinin atışları dışında her şey suskundu.
Annesini aramak aklına geldi. Telefonu cebinden çıkarıp aradı. Çaldı.
Sonunda bir ses yankılandı evin içinde.
Telefon hemen yan odadaydı.
Odaya adımını attığında... dili tutuldu.
Duvarlar üzerine yıkılıyormuş gibi hissetti.
Yerler kan içindeydi.
Annesi ve babası yerde hareketsiz yatıyordu.
Cansızdılar.
Ellerini yumruk yaptı. Gözlerini kırpmadan onlara bakarken zaman donmuş gibiydi.
Ambulansı aramalıydı... Polisi çağırmalıydı...
Ama yapamazdı.
Çünkü babası bir *mafya reisiydi*.Böyle şeylerde sessizlik yazılı olmayan ilk kuraldı.
*Fırat*'ı aradı.
Fırat, babasının sağ koluydu. Hem güvenilir hem de ne yapacağını bilen biriydi.
Geldiğinde, o da her şey için artık çok geç olduğunu fark etti.
Sessizce başını eğdi, Behzat'a baktı ve:
> "Artık büyük bir sorumluluğun var," dedi.
Ama Behzat, donuk gözlerle yere bakıyordu.
Kafasında tek bir kelime dönüp duruyordu:
*"Neden?"*
Hayatı bir anda paramparça olmuştu.
Ve içindeki fırtına henüz yeni başlıyordu.